26 Şubat 2011 Cumartesi

Ben Böyleyim...

Karanlık çökünce gündüze hep böyle olurum ben. Karamsar, durgun, düşünceli...Ama genele yalnız,kalabalıklar içinde...Yada hayallerimle başbaşa.Sonuçta aynı kapıya cıkıyor her ikiside.
Birini hayal ederim mesela bişeyi veya olmak istedigim yeri.yaşanılanlardan çok yaşanılamayanları, anlicağınız...Yatağıma uzanırım ama bir türlü uyku tutmaz.kalkarım penceremi açarım. içeriye dolan temiz havayı çekerim içime biraz yıldızları izlerim, belkide dolar gözlerim ama ben hep esen rüzgardandır derim.Camdaki yansımamda buğulu gözlerimi silerim ve bir şarkı açarım. Bir zamanlar birilerine adadığım şarkılara denk gelirim bazen "ne yapıyodur?", "nerdedir?", "acaba uyudumu?" derim kendi kendime. sonra geçer merakım geçmişte yaşananlara inat yine örtü örterim sorularımın üstüne..Bir an gelir kalemimi alırım elime içimden geçenleri yazarım. belki dertliyimdir herhangi bi sebepten belki de mutlu... Hislerimin, düşüncelerimin yansıması olur beyaz sayfalar ama üzüntülerimi mutluluğuma nazaran daha iyi ve içten anlatırım farkında olmadan. Ne büyük ironi! Bazen alırım gitarımı elime bi kaç şarkı çalıp söylerim. Parmaklarımdan dökülen notalara eşlik eder sözcükler birer birer..sonra bırakırım gitarımı yerine kim bilir belki biraz uyurum yatagıma uzanıp... çogunlukla 2-3 saati geçmez istisnalar hariç ama sonucta uykumu alamam hiç.
Ardından sabah olur ve bu kez güneş aydınlatır karanlığı, içimi ısıtır, pencereden içiriye süzülür yavaş yavaş ışık... işte o zaman günle beraber yeniden doğarım. herşeyi bir önceki gecede terk edip yeni bir benle uyanırım yeni sabaha..sırf eski benle yeni güne uyanamicağımı bildiğim için!

25 Şubat 2011 Cuma

SENSİZLİĞİN SESSİZLİĞİ

Yoksun..
Sensizliğin her anı canımı yakıyor…
Saniyeler acımasız,
Dakikalar geçmek bilmiyor,
Saatlerin anlamı yok!
Her bir gün birer asır sen yokken.
Sensizliğin sessiz gemisindeyim artık ben
Usul usul seni sevmeye çalışırken,
Dalgaların bir kıyıdan bir kıyıya savuruyor beni.
Ve ben, her dalgaya seni soruyorum savrulurken.
Rüzgarların hırçın,
Bitmek bilmiyor fırtınaların…
Issız adalarında sığınabileceğim tek limanım-sen-
Yoksun !
Sensizliğin sessiz gemisindeyim artık ben
Usulca ilerliyorum terk ettiğin düşlerimde.
Kurduğum masalı yaşıyorum kendimce.
Hayalin hep gözümün önünde.
Sensizliğe uyanmaktansa,
Rüyalarımda seni yaşamak geliyor içimden.
Her yeni sensiz güne uyandığımda,
Nefessiz kalıyorum ben.
Çünkü;
Yoksun sen!
Sensizliğin sessiz gemisindeyim artık ben
Çok uzaklarda bir deniz feneri ışık saçıyor karanlığıma.
Uzak olduğu kadar, yakınımda…
Ve ben ona her yaklaştığımda,
Bir zamanlar güneşim olduğun geliyor aklıma
Güneşin yerini doldurabilir mi taştan bir deniz feneri?
Yada güneş gibi ısıtabilir mi içimi?
Kör etmiş ışığın gözlerimi.
Aydınlatmıyor şimdi hiçbir ışık bedenimi.
İsyanlarda yine yüreğim.
İsyanlar; göz yaşlarım…
Denize düşen son bir damla göz yaşımla,
Batıyor güneşim yalnızlığın ufkunda.
Sensizliğin sessiz gemisindeyim artık ben
Çığlıklar atıyorum derinliklerimden
Her bir damla göz yaşımda artan sevgim,
Şimdilerde dolup taşıyor içimde…
Bir zamanlar canımı yakan sevginle atıyor kalbim.
Sensizliğin sessiz gemisindeyim artık ben
Ve bu gemi her geçen gün uzaklaştırıyor seni benden.
Donuk,buz mavisi bakışların
Oysa yıldızlarımdı onlar,
Her baktığında içimi ısıtan…
“geçmişe dönmek imkansız” diyorum içimden
“yeter artık,kurtul şu gemiden!”
Ama nereye gidebilirim ki ben,
Dört bir yanım sularla çevriliyken?
Sensizliğin sessiz gemisindeyim ben yine
Dalgaların buz tutmuş kayalıklara savuruyor beni.
Kayalıklar;donuk,buz mavisi…
Ve her çarpışında bu gemi,
Biraz daha paramparça,
Kalbim gibi…
Son bir umut seni soruyorum dalgalara.
Son bir çırpınış dondurucu sularında.
Bakışların; derin mavi,
İçimi donduruyor adeta…
Sessizliği çığlıklarım bozuyor gecenin karanlığında.
Dalgalar sessizce ortak oluyor acıma.
Ve sensizliğin sessizliğinde,
Boğuluyorum bende sessizce…

bi zamanlar böyle hissettiğimi sanıp yazmışım şimdi tebessüm ediyorum bir çocuğun ağzından çıkmış bu kadar büyük sözlere :)

20 Şubat 2011 Pazar

Önemli olan X'e ne değer verdiğin

Hayatımın her döneminde işittiğim o klasik cümle: "kimseye hakettiğinden çok değer vermeyeceksin!"... Herkes bunu söyler zaten. Aynı sözü 10 yaşında duyduğumda da anlamını kavrayabiliyodum ben 19 yaşındayım hala aynı anladığım şey. Ama o zamandan bu zamana, kavrayamadığım şey 'birine ne  kadar değer vereceğimi nerden bileceğim?'idi. Ne birisi çıkıp bunu yanıtlayabildi hayatımda, ne de ben bir yanıt bulabildim. Ve her seferinde haketmeyen o insanı cımbızla çekip baş köşeye oturttum beynimde, kalbimde..Bu cımbızla seçilmiş kişi dostum, arkadaşım yada sevgilim olsun, istisnasız anlamadı değerini hiç.Değer vermeyi bi yana bırakalım üstüne üslük güvendim 5 para etmeyecek o insana.Zaman zaman 'acaba sorun bende mi?' diye sorup kendimden süphe etmemde cabası. Nitekim sorun onlarda çıktı. Neden mi?Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanıydı hep. Ve nedendir bilinmez o tilki hep gecikti ve dükkanın kapısına kilit vurduğumda döndü geri. Ama iş işten geçmişti tabiki... Her ne kadar haketmeyenlere değer verme hatasına düşsemde bir kaç kez, aynı kişiye aynı değeri vermedim hiç.Belkide verdim ama o bunu asla bilmedi. Çünkü bilmeyi dahi haketmedi.
Sanki bütün değer verdiklerimden,güvendiklerimden,sevdiklerimden kazık yemiş havasına girsemde aslında 2-3 kişiyi geçmez sayıları. Yani aynı hatayı yapmamayı öğreniyor insan zamanla.Gerçi insanın kendini aptal hissetmesine neden olan o duygu ve 'ben X'e nasıl değer verdim?'sorusu hep yer ediyor içimde. Ama bi yandan da kimlere güvenebileceğimi görmüş oldum. Gerçekten o değeri hakedenleri çekip ayırdım bu kez çımbızla.Kim bilir belkide değer verip güvenmekle hata yaptıklarım sayesinde kimlere değer vereceğimi, güveneceğimi keşfettim.İşte bu nedenle ben size haketmeyen insana değer verin ki hakedenleri bulabilesiniz diyorum. Çünkü kime ne kadar değer vericeğinizi ancak bu şekilde bulabilirsiniz.
İş matematikte saklı...Önemli olan X'e nasıl değer verdiğin değil, X'e ne değer verdiğin. Kısacası probleminiz belliyse şıkları yerine koyup denersiniz ve probleminiz çözülür. Eğer bu yöntemle çözülemeyecek bir soruysa, geçin gitsin. Dünyada başka soru mu yok?

6 Şubat 2011 Pazar

Bende 'Hıncal'dım !

Bir kaç gün önce bir deli kız ayrıldı aramızdan. Hayat dolu, doğal, sempatik, neşeli, ekranların bile enerjisini sömürmeye ve kişiliğini bozmaya yetmediği; 18 aylık bir bebeği, bir eşi, kendi kadar deli dolu bı annesi olan ünlü bir kadındı. "-dı" diyorum çünkü tüm bunları geride bırakarak gitti. Hem de yaşamayı bu kadar severken, bu kadar hayat doluyken...
Kara haber tez duyuldu. Kocasının telefonu çaldı sabahın köründe: "Beyfendi, karınız hayatını bir arkadaşının evinde kaybetti" dedi telefondaki ses ona, O da zaten o sesin daha ne dediğini dinlemedi bile. Sonra bir kez daha şoka girdi "cenaze bilmemne adresinde, sizi bekliyoruz" deyince telefondaki ses. Çok sevdiği karısı, çocuğunun annesi artık 'cenaze' diye anılıyordu. "Lütfen kötü bir şaka olsun" dedi içinden ya da "bir kabus olsun bu ve ben birazdan uyanayım" dedi ama uyanamadı kabusundan. Göz yaşlarını da alıp yanına yola koyuldu.
Herkes "neden öldü?" sorusunun peşindeyken O, "ben şimdi onsuz ne yapacağım?" diye soruyordu kendine. Koyun can, kasap et derdindeydi yani. Medya kasap, O koyundu artık. Aç kurtlar da eksik olmadı fırsat bu fırsat diyerek, üşüşüverdiler olayın başına. O'nun gözünden bakıyorlar gibi yaptılar haince. Çünkü reklama ihtiyaçları vardı, gündeme gelmeleri gerekiyordu. Çünkü yeni basılan kitaplarının pazarlanması gerekiyordu. Çünkü 'kerata'larina sahip çıkmalıydılar. Sözde ahlak bekçiliği yapıyordu şimdi en ahlaksız, en şerefsizler..hayat böyle bir sey işte, işlerine gelince ahlak değerlendirmesi yapanlar, ahlaksızlığın en büyüklerini yaparlar! Ortada daha 32 sinde olmasına rağmen belkide ihmal yüzünden hayata gözlerini yummuş bir kadın vardı ve şerefsizlerin örümcekli beyinlerindeki iğrenç düşüncelerle yargılanıyordu.hem de kendini savunma ihtimali olmadıgı halde. Hayatta olmayan biri hakkında atıp tuttular hiç bir sey bilmemelerine rağmen. "hıncal"dılar pardon hınç aldılar...Tabirinin bu konuda hic mi hic caiz olmadıgı "su testisi su yolunda kırıldı" benzetmesini kaleme alabildiler elleri titremeden, daha doğrusu vicdanları titremeden. Bir kere örümcek girince beyine her yeri sararıyor işte ağlarıyla, sağlıklı düsünemiyorsun. Onlar da düşümedi; su testisi su yolunda kırılsaydı eğer 32 yasındaki bir genç annenin, 18'lik çıtırları kucağında gezdiren bir dededen önce bu dünyadan ayrılmayacağını..
Niye mi yazdım bu yazıyı? Doğru ben hayranı falan değildim o kadının, kocasını da tanımam etmem, bebekleri oldugunu bile bilmiyordum, yeni çıkmış bir kitabımda yok, korumam gereken bir keratamda, yani sıradan bir ünlüydü işte benim için. hatta ölmeden 3 gün önce "oh be sonunda elendi şu kadın, şu yarışmadan" dediğim. Ama onun hayranı olmamam, herhangi bir insana çamur atılmasına gönlümün razı geleceğini göstermiyor. belki yazanların yazdıklarını okurken ve yayınlarken vicdanı sızlamadı ama sızlatmak gerek.millet keratasını koruyacak diye ölmüş birinin arkasından atıp tutarken, ben "boşver belkide viagrasını yeni almıştır ondan saçmalıyor, tabii yaşlılık hali" diyemedim. Bu kadar kolayken onların hayata gözlerini yummuş bir kadın hakkında "kocasını aldatırken öldü, kimse onu azize ilan etmesin" demesi, hemde arkada kalanlara,eşine,çocuğuna saygısızlık ederek.. neler yaşandığını, o gece neden başkasının evinde olduğunu, neden o denli içkili olduğunu, belkide bi gün once kocası tarafından aldatılıp aldatılmadığını bilmeden bi insan hem de bi kadın hakkında zırvalayan ahlaksızlara karşı o kadını savunma gereksinimi duydum kendimce. Çünkü onun kendini savunmaya fırsatı yoktu ve hiç de olmayacak.


Huzur içinde uyu Defne Joy Foster...